Evet, çok güldüğüm ve konuşmadığım doğrudur. Konuşmadığım
kadar sürekli düşündüğüm de doğrudur. Hatta sürekli gülmemin sebebi de kötü
olayları dışarı yansıtmak yerine içime attığım gerçeği de vardır. Aman diyeyim
içinize atmayın. Sonra yalnız kalınca ağlayacak çok şeyiniz oluyor. Ağlayacak
çok şeyiniz olacağına konuşacağınız çok şeyiniz olsun daha iyi öyle değil mi?
Konuşmam ama hep
yazarım. Her şeyi, konuşmadığım her anı yazarım. Yazmaya aşığım diyeyim siz
olayın ciddiyetini anlayın. Aslında en büyük hayalim iyi bir konuşmacı olmak.
Herkesten çok konuşmayı özlüyorum. İçimde o kadar çok düşünce, o kadar çok
anlatacak olay var ki emin olun yerimde başka biri olsa asla susmazdı, susturamazdınız.
İşin kötü yanı ne
biliyor musunuz? Beni dinlemek isteyecek hiç kimse yok. Bu yazdıklarımı okumak
isteyecek de kimse yok. Hayatımda bir sürü kişi var ama yalnızım. Dinleyen hep
ben oluyorum. Çünkü ben yaptıklarını sorgulamıyorum, kötü bulmuyorum, kimseye
anlatmıyorum ve dinlemeyi seviyorum. Ama onlar için benim düşüncelerimin bir
önemi yok. Onlara göre ben saçma bir insanım, yaptıklarım yanlış şeyler, yanlış
yoldayım, yanlış kişilerleyim, yanlış düşüncelerim var. Yaşadıklarım umursanmayacak
şeyler. Olayları büyütüyorum, olayları yanlış anlıyorum ve daha bir sürü böyle
düşünceler…
Biliyor musunuz yazarken hiçbir şey duymuyorum. Şu anda son
ses müzik açık ve ben yazıyı bırakıp kulağımı o müziğe vermedikçe bunu fark
etmiyorum. Kendimi sanki yazdığım şeylerin içinde gibi hissediyorum. Bir anda tam odaklanıyorum ama bir anda bütün
konsantrasyonumu bozuyorum. Bir telefon sesi olur, dışarıdan gelen ufacık
tıkırtı olur anında dağılıyor kafam ve ne söyleyeceğimi, ne yazacağımı hemen unutabiliyorum.
Aklıma biri geldiğin an uğraştığım her şeyi bir kenara bırakıyorum. O aklıma
gelen kişinin illa böyle ona karşı bir takım duygular hissettiğim kişilerden
olması gerekmiyor. Mesela geçen durakta otobüs beklerken yaşlı bir kadınla
konuştum. Daha doğrusu o konuştu, ben dinledim. Bembeyaz saçları, masmavi
gözleri vardı. Çok ama çok güzel bir kadındı. Konuşmayı çok sevdiği belliydi.
Diksiyonu mükemmeldi. O da kitaplara âşıktı. Yetmiş iki yaşındaydı ama
herkesten daha dinçti. Elinde bir sürü torba vardı ama bir tanesini bile almama
izin vermemişti. ‘’Elimdeki üç torbayı bile taşıyamıyorsam kendi yüküm altında
ezilirim ve bu yaşamamı engeller’’ demişti. Konuştuğumuz süre en fazla yirmi
dakika civarında bir şeydi ama çok şey anlatabildi. O kadındaki o yaşama
sevincini gördükçe mutlu olmuştum. Ben de ona yazdıklarımı ve okuduklarımı
anlattım. Öyle güzel dileklerde bulundu ki bana yaptıklarıma daha çok
bağlandım. Bu konuda diğerleri gibi dalga geçmedi benimle, bu işlerle
uğraşmanın ne kadar saçma olduğunu söylemek yerine yaptığım işi övüp durdu.
Neyse işte o kadın bile hiç çıkmaz aklımdan. Daha böyle bir sürü kişi var bazen
önümde oturan iki kişinin konuşması gelir aklıma bazen de yakın arkadaşlarım.
Mesela en büyük fobim insanları kırmak ya da
sinirlendirmek... Öyle bir durumda kendimi suçlayıp dururum ki bu da benim
sağlığımı etkiler. Strese, sıkıntıya bağlı bir hastalığım var. O hastalıktan
söz etmek istemiyorum bile. Beş yıllık bale eğitimimi bırakmama sebep olduğu
için nefret ettiğim bir hastalık. Sanırım şu hayatta gerçekten nefret ettiğim
tek şey o.
Neyse işte
gergin ve sinirlerin yüksek olduğu bir ortamda bulunmaya dayanamıyorum. Durumu
engellemeye çalışıyorum ama o da olmuyor. Bu da garip bir özellik tabi…
''Özel bir adama...'' başlığı altında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder