1 Temmuz 2012 Pazar

Ben kafayı yerken siz keyfinize bakın

Orada bir jelibon var          
Jelibonun içi dapdar
Beyni başı patlar
Kendinden geçer.


   Şu an öyle bir ruh halindeyim ki biri gelip özelim hakkında sorular sorsa her şeyi dökerim ortaya. Delirdim, tam delirdim. Sıkıntıdan seyretmediğim film kalmadı. Yeter! -Demek yetmez ki bazeeeen.- Tamam çok mal oldu. 
   Her neyse yine konuşacak kimsem yok ve yine, yine ve yine ''Çok yalnızım lan!''
   İşin en kötü tarafı ben şu an deli gibi Jelibon istiyoruum!! Of yaa keşke herkes gibi çikolata krizine falan girsem. Yani en azından evde vardı ve ben ''bu saatte nereden jelibon bulucam oğlum yöa'' triplerine girmemiş olurdum. 




 Yerim ben onları yeriiiiim!
Eminim yarın sabah kalkınca ilk işim gidip her çeşit Jelibondan almak olurdu ama üşengeçliğim bunu izin vermeyecek. O yüzden bunlar birer hayal.


  Neyse saçmalayacak bile kimsem olmadığına göre her zamanki gibi buraya saçmalayabilirim ve her zamanki gibi bunun sonucunda rahatlarım.

 Yahuu bu jelibonlar neden bu kadar güzel? Ya istiyorum, jelibon istiyorum. ''Şu an biri bana jelibon getirse 40 yıl kölesi olurum. Ne isterse yaparım, severim onu, canım yaa'' gibi yalanlar da söylerim tabi. Ama gerçekten jelibon istiyorum şu an, deli gibi ya, hiç bu kadar istememiştim. 

Ya şu tiplere bakar mısınız lütfeeen
 


















      Benim olun, benim. Siz benim olun, gelin bir buraya söz veriyorum yemek yok. Odamda durursunuz, hatta birlikte uyuruz falan sonra müzik dinleriz ha? Olmaz mı? 


   Tamam, gerçekten kafayı yediğimin farkındayım. Bunun aslında jelibonla falan da bir alakası yok. Ben sebebini çok iyi biliyor olsam da geçiştirmeye çalışıyorum olayı, başka şeylerle ilgileniyorum falan filan.
    Mesela şu anda uyumak isterdim ama uyuyamıyorum. Düşünmekten ve düşünmeme engel olamamaktan.
   Aman neyse işte yok öyle, yok böyle. Aslında canımın hala gerçekten jelibon istediği doğru, onu da engelleyemiyorum. :)


   Ve ve ve ve şu anda  bulduğum resimler iyice delirmeme sebep oldu:
Öhööömm! Ve tabi yukarıda yazan 32,000 Calories yazısını görmezden geliyoruz. 

Ya arkadaş, ben diyorum ki kafa dağıtayım aklıma gelmesin, yok jelibondur yok şudur uğraşayım sen Jelibon ararken karşıma tavşan fotoğrafı çıkarıyorsun ya. Nedir bu nedir?


 

  Ya bunlaarrr??????





Ben bir ölüp geleyim o zaman. Tamam, diyorsunuz tavşan konumuzla ne alaka? Yahu tavşan deyince benim aklıma yine o kaçmaya çalıştığım ve kaçmayı başaramadığım konu geliyor. Gelmesin artık, gitsin aa, üzülüyorum :(

Tavşanı özledim, çok özledim. Özel Adam neredesin? Özür dilerim, özüüür!


Öhöm öhöm Jelibon diyorduk! Açılışı onunla yaptık, kapanışı da onunla yapalım. Haydi hepimize iyi Jelibonlu günler. Yok yok, uyuma vakti gelmiş. O zamaan Jelibonlu rüyalar! O da bir tatlı sonuçta.


Affet bu gece Jelibon olmak istedim.
Jelibonlu Odalar!
Bir Jeli varmış; canı sıkılan.
Bir Jelibon sabaha karşı çok seksiymişim, öyle diyor.
Söyle bana küçük Jelibon, herkes gider mi?
Onun Jelibonu var, güzel mi güzel. 
I got a Jelibon, wo-oh!
 hu! ha! Jelibon; on iki Jelibon 
 Jelibona yaklaşma 
Jelibona dokunma
Jelibona karşı bu dünya 
Jelibonu anlamayacaklar



27 Haziran 2012 Çarşamba

O Koku mu? Diğer Koku mu?

   Sevdiğiniz kişinin değil de bir başkasının kokusunun üzerinizde kalmasına nasıl dayanabiliyorsunuz ya da o kokuyu fark edebiliyor musunuz?
   Kendimi en kötü hissettiğim durumlardan birisidir bu. Nefret, özlem, pişmanlık ve sevgiyi aynı anda yaşamama sebep olacak bir durum...
   Ben onun kokusuyla uyumak isterken üzerimde alışamadığım -alışmak istemediğim- bir koku, bir yabancı... Bunun kendileri için hiçbir şey ifade etmediğini savunan insanlar var.  Bazen sevdiğim insanların arkamdan vurduğu anları düşündükçe diyorum; ben de öyle olsam, keyfime baksam, hayatın tadını çıkarsam, ne istiyorsam yapsam, kendimi onun için üzmeyi bıraksam, sadece kendimi düşünsem.
  Denedim mi? Evet! Defalarca denedim ve yapabileceğime inanarak... Siz hiç bunu yapmayı düşünmediniz mi sanki? Ondan biraz da olsa kendinizi uzaklaştırabilmek için başkasının yanında olabilmeyi? Denemişsinizdir, en azından düşünmüşsünüzdür, istemişsinizdir.
   Sevdiğiniz kişiyi düşünün. Şimdi de yaptıklarını, yaptıklarınızı. Güzel anılarınızı getirin aklınıza sonra da yüzünüzdeki o aptal gülümsemeyi bir kenara bırakın. Şimdi üzüldüğünüz, yıprandığınız zamanlar... Bir zamanlar ilişkiniz mükemmeldi ama şimdi onun sevdiği başka biri var ya da hep sevdiği başka biri vardı.
   Bir sabah siz uyurken telefonunuz çalıyor, arayan o. Mutlu bir şekilde uyanıyorsunuz, açıyorsunuz telefonu ve tam konuşacakken, o size deli gibi bağırıyor telefonda. Korkuyorsunuz, konuşamıyorsunuz. Hiç ummayacağınız bir şeyden suçlanıyorsunuz ve o size bağırdıkça bağırıyor. Ne kadar biliyor olsanız da o söz içinize bir güzel oturuyor ''Ben onu seviyorum, ben onu gerçekten seviyorum.'' ve telefonu yüzünüze kapatıyor. Ellerinizin titrediğini fark ediyorsunuz, gözünüzdeki yaşları hissetmiyorsunuz bile.
   Bu yaşanabilecek en basit şeylerden biriydi belki de.  Belki hayatınızda en çok ona güvenebilmiştiniz ve bu durum sizi gerçekten çok yıpratmıştı. Belki bir önceki ilişkinizde de sırtınızdan bıçaklanmıştınız hatta belki ondan öncekinde de...
   Evet, ona karşı bir güveniniz kalmamış olabilir ama artık kendinize olan güveniniz de bulanıklaşmaya başlıyor. Onu özlüyor, onu seviyorsunuz ve içinizde -tam olarak nefret denilmese de ona çok benzeyen- yeni bir duygu ortaya çıkmaya başlıyor. Kendinizi içten içe yıpratmaya devam ediyorsunuz, bazen her şeyden uzaklaşabilmek, çok uzaklara gitmek ve bu hayattan kurtulmak istiyorsunuz. Hayatınızı sevmemeye başlıyorsunuz. Kendinizi yalnız hissediyorsunuz, çevrenizdekilere bakıyorsunuz da sanki hepsi sizden nefret ediyor, sanki hepsi sizi kandırıyor, sanki hepsi size zarar verecek. Gözünüzde onları büyütürken, kendinizi küçülttükçe küçültüyorsunuz. Onlardan kaçmak istiyorsunuz, hiç konuşmamak, kimseyle bir şey paylaşmamak...
  
   İşte öyle durumlarda aklınızdan bir sürü şey geçer. Kısa bir değişim süreci geçirirsiniz. Artık kendi duygularınızı bir köşeye koymaya karar verirsiniz. Kim sizi istiyorsa ona gidersiniz. Onlarla konuştukça mutlu olursunuz ya da mutlu olduğunuzu düşünürsünüz. O size ilgi gösterir ama o ilgi size yetmez. Daha çok istersiniz, daha çok. Sonra bir başkasıyla da konuşmaya başlarsınız ve bir başkasıyla daha... Bir bakmışsınız bir sürü kişi olmuş. Bu durum hoşunuza gider ama artık doyumsuzsunuzdur. Duygusuz olmaya çalışmış ve o anlık başarmışsınızdır. Başarmak? Evet, başardınız, ondan uzaklaştırdınız kendinizi. Bir saniye O'ndan mı? Az önce O mu dediniz? O çok sevdiğiniz insan? O nerede? Sizin yanınızdaki kişi de kim? Siz ne yapıyorsunuz? Kendinize gelin ve rüyadan uyanın. Yanınızdaki kişiyi o aklınızdaki kişi olarak mı hayal ediyordunuz? Şimdi O'nu düşündünüz değil mi? Başarmıştınız hani? Komik...
   Yanınızdaki kişinin kokusunu hissedin. Aynı mı? Asla! Peki ya o koku, istediğiniz koku mu? Siz cevabı çok iyi biliyorsunuz. O bir yabancı, sizin aşık olduğunuz kişinin kokusu değil, unutmayın.

  Ben duygusuz olamıyorum. Denedim ama olmuyor. Yok yani, imkansız.
  Önce kendinize bakın sonra da çevrenize. Birkaç duygusuz insan görebilmiş olmanız gerek. Kendini duygusuz gösteren insanlar çok fazla. Şimdi tekrar kendinize bakın, duygularınızı hissedin. O duygusuz diyebildiğimiz insanlar kim bilir ne yaşadılar da neyin intikamını almaya çalışıyorlar kendilerinden?
  Biz insanız ve biz duygusuz olamayız. Biz, odanızdaki cansız bir eşya değiliz. Bazen elimizde olmasa da hissederiz ve çok iyi biliriz gerçekleri.

   Eğer kendinizi konuşmaya kapattığınız bir dönemin içinde bulunuyorsanız gidin elinize herhangi bir şey alın. Onunla konuşun ya da ne bileyim uzanın ve tavanla konuşun. Konuşacak çok şey var, farkındasınız. Ama yok hala konuşamıyorsanız elinize bir kağıt ve kalem alın sonra da yazmaya başlayın. Eğer o kağıda isminizi yazacak kadar bir yeteneğiniz varsa her şeyi yazabilirsiniz. ''Ben yazmayı beceremem.'' demeyin, deneyin, uğraşın, yapabilirsiniz. Gerçekten çok kolay. Diyorum ya hiç olmadı konuşacak bir nesne bulun.

   Ne yaşasanız da pes etmeyin, ayağa kalkın ve hayata yeniden bakın. Vazgeçmek yok, çünkü siz istiyorsunuz ve bunun için istemek yeterli.
   Ama bazen de gitmesini de geri dönmesini de bilin ve kendinizi şu iki kelimeye kapatmayın; ''ÖZÜR DİLERİM!''
   Bir O'nun kokusu vardır; bir de başkasının...




24 Haziran 2012 Pazar

Yapılan İyilik Cezasız Kalmaz

       Hep derler iyiler kazanır. Sanki bir masal aleminde yaşıyoruz da ''hep iyiler kazanır.''
Sana hayat bir masalmış gibi geliyor değil mi? Tabii, emin ol hayat bir masaldır... 
  • İyiler kazanmaz, iyiler üzülür, iyiler hep üzülür. 
  • İyileri ezerler, saf bulurlar onları, korkuturlar.
  • İyiler hep altta kalır.
  • İyileri kullanırlar, istediklerini yaptırabilirler. 
  • İyilerin rolü insanlara yardım etmektir.
  • İyiler, bencil değildirler, kendilerinden çok başkalarını düşünürler.
  • İyiler, kimseyi kıramazlar, sonunda pişmanlık duyarlar.
  • İyiler, paylaşımcıdır, kimseden bir şey saklamazlar. 
  • İyiler, size hizmet ederler çünkü onlar siz mutlu oldukça mutlu olurlar. 
  • İyiler hep gülümserler ve karşı tarafında gülümsemesini isterler.

       Ben anlamadım, iyiler böyleyse nasıl hala ''iyiler kazanır'' diyebiliyorsunuz?

Bunun yanı sıra bu dünyada kötüler yani kin besleyenler, sahtekarlar, haksız kazanç sağlayanlar mutludurlar.
      Ama neden? Çünkü:

  • İyilerin kazanmak gibi bir amaçları yoktur.
  • İyilerin hırsları yoktur.
  • İyiler kaybettiklerinde değişmezler, iyiler, kazandıklarına sevinirler. 
  • İyiler için insanlar ve hayat önemlidir. 
  • İyiler, bir çıkar peşinde değildirler.
  • İyiler, verdiklerini borç bilmezler.  

   Yaptığın iyilik unutulur ama yaptığın kötülük asla...







21 Haziran 2012 Perşembe

Bir Yıl Öncesi ve Sonrası


    Tabağımdaki son eriği de tuza batırıp ağzıma attığıma göre 1 yıl öncesine 2011 yılının Haziran ayına dönebiliriz:


    Telefon sesi… Bir okunmamış mesajınız var.
Perdenin arasından odaya giren güneş ışığı gözlerimi acıtıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak yataktan kalktım ve perdeyi çektim. Masanın üzerinde duran telefonu elime aldım, gelen mesajı okumaya başladım.
‘’Günaydın sevgilim.’’ 
Sevgilimin adına Buğday diyelim biz. Neden onunla çıktığımı hiç bilmiyorum. Çok bunalttığı zamanlar olsa da bazen onunla oldukça eğlenebiliyorduk. Aralık ayında çıkmaya başladık, Şubat’ta ayrıldık. Aradan zaman geçti ve Haziran ayında okullar kapanmadan tam bir hafta önce tekrar çıkmaya başladık. Sıkılmış gibiydim ama ne daha fazla sürmesini ne de bitmesini istiyordum.

Fazlasıyla normal bir gün daha geçirdiğimi düşünüyordum ki akşam sekiz civarı yakın bir erkek arkadaşımdan mesaj geldi. İşin garip tarafı o zamanlar yakın değildik, sadece selam verirdik birbirimize o kadar. Şimdi en güvendiğim erkeklerden biridir kendisi. Ona da Bay Aşık diyelim. Yakın bir arkadaşımı gerçekten seviyor, oradan geldi aklıma öyle demek.

Yazdığını okumaya başladım. Mesajında bizim okuldan bir arkadaşının bütünleme sınavlarına kaldığını ve bu sınavları vermezse okuldan atılacağını anlatıyordu. Benimle ne ilgisi olduğunu sorduğumda da benim yardım edebileceğimi düşündüğünü bu nedenle kamelyaya inip inemeyeceğimi öğrenmek istediğini söyledi. Ben de her zamanki gibi kıramayıp kabul ettim tabi ve hazırlanıp aşağı indim. Beni bekliyorlardı. Yanındaki arkadaşını daha önce okulda görmüştüm ama adını bilmiyordum. Tabi sonra tanışmak istercesine elini uzattı ve ‘’Ben Bay Pislik.’’ Dedi. 
Bay Pislik diyorum çünkü gerçekten öyle.  Delidir, psikopattır, sorunludur falan ama en önemlisi beni bu hala getiren kişi O'dur. Arkamdan çevirmediği iş, oynamadığı oyun kalmamıştır. Bana ''aşkım, seni seviyorum'' derken millete neler neler anlatmıştır. En başta yalan söylemekte ustadır, bunu unutmamak lazım. Ama hala pişman değilim, çok şey yaşadık, çok şey öğretti bana. Ben eskiden önüme çıkan herkese güvenebilirken,kendimi insanlardan uzaklaştırmayı öğrendim. Eskiden çok konuşurdum, kendimi konuşmaya kapatıp, yazmaya başladım. Duygularımı gizlemeyi, içime atmayı öğrendim. İşte onun sayesinde buradayım... Korkularımın hepsinin kaynağı oldu Bay Pislik.


’Hadi bugünlük bu kadar yeter, akşam oldu.’’ Dedim.  Bay Aşık'ı da alıp çimlerin üzerinde oturmaya, sohbet etmeye başladık. Ama sonra bir telefon sesiyle gözler Bay Aşık’a döndü. O, sessiz bir şekilde telefonla konuştuktan sonra ‘’benim acil gitmem gerek kusura bakmayın’’ dedi ve bir anda bizi yalnız bıraktı.
       Öyle sessizce birbirimize bakıyorduk. Onu doğru düzgün tanımıyordum bile o yüzden nasıl sohbet açacağımı bilemedim. Tek çare onun konuşmasını beklemekti ya da oradan gitmek. Ama sanki bir şey gitmemi istemiyordu, orada onunla kalıp konuşmak istiyordum. Öyle bir şey vardı ki beni ona çekiyordu, sadece gidip ona sarılmak istiyordum. Uzun bir süre sarılmak…

    Mesaj sesi… İrkildim ve gözlerimi ona baktığım yerden telefonuma çevirdim. Buğday'dan geldiğine adım gibi emindim. Mesajı okumak istemiyordum, aslında mesajı okumaya korkuyordum. O bana değer veriyordu ama ben ondan gitgide uzaklaşıyordum. Aklımdaki kişinin Buğday olması gerekirken karşımda duran kişiyi izleyip duruyordum. Bu Buğday'a yapmak istediğim son şeydi. Onunla ilişkimizin böyle devam etmesi hiç doğru değildi.

  ‘’Sizin sitenin önündeyim, dışarı çıkabilir misin?’’
Lanet olsun. İşte o an ne diyeceğimi şaşırdım. Bay Pislik yanımdaydı ve ben kalkıp Buğday’ın yanına gitmek istemiyordum. Neyse ki oturduğumuz yer dışarıdan da gözükmüyordu. En azından ilişkimizin bu şekilde bitmesini istemezdim.
  ‘’Bu saatte dışarı çıkamam, üzgünüm.’’
Mesajı yolladıktan sonra telefonumu kapattım. Yalan söylediğim için kendimi kötü hissetmiştim ama sanırım en doğrusu buydu.
   Kapatmış olsam da hala elimde tuttuğum telefona bakıyordum. Bir yandan da ne yapacağımı düşünüyordum. Ama işte tam o sırada sıcacık bir el boynumdan saçlarıma doğru kayarken, bir diğer el de belimi kavrayıp kendine doğru çekti. Yüzümü, o sürekli incelediğim yüzüne iyice yaklaştırdı, gözlerimin içine baktıktan sonra da eğilip öpmeye başladı. Dudakları hem sıcak hem de yumuşacıktı. Kalbimin ne kadar hızlı attığını hissedebiliyordum. Bir eli yüzümdeyken diğer elini hala belimde gezdiriyordu. Kollarımı boynuna doladım, o da iki elini de belime götürüp sıkıca sarılmaya başladı.
   
‘’Dur bir dakika ne yapıyorum ben? Buğday, Buğday ve Buğday! Benim bir sevgilim var, karşımdakini tanımıyorum bile. Tamam, aynı okulda olabiliriz ama… Of nereden çıktı şimdi bu?’’ İçimde bu sesleri hissederken kendimi ondan uzaklaştırmam gerektiğini biliyordum. Kollarımı boynundan çektim ve öylece durdum. Sonra vedalaştık ve gitti.


     Ertesi gün gelmedi, telefonunu bile açmadı. Sonraki gün yine yok, bir sonraki gün de… Ve bir daha da görmedim.
  Sınavlarının olduğu gün Bay Aşık yanıma geldi ve teşekkür etti. Öyle bir göz gezdirdim belki o da oradadır diye ama yine yoktu. Sanırım okul açılana kadar bir daha göremeyecektim. Tabi sınavı geçebilirse…

    Hala aklım ondaydı ve bir haftaya kalmaz Buğday ile ilişkimiz sona erdi. Sanırım bir süre kimseyi istemiyordum. Bay Pislik ise gelmeyecekti, ondan emindim.

Ve Haziran 2012...
 
     Bugün yine tam karşımdaydı. Siyah ayakkabıları ve hep yağmurlu günlerde giydiği koyu hırkasıyla karşımda. Bir elinde sigara varken diğer eliyle tuttuğu telefonda konuştuğu kişiye bağırıp duruyordu. Sonra döndü ve beni gördü, biran sustu. Ama karşısındaki her ne dediyse sinirlenip tekrar telefondakine bir şeyler demeye başladı. 

     Evet, o günden sonra geldi, çok da güzel geldi.  Bir sürü şey yaşadık, her gün görüştük ve ona göre sevgiliydik zaten. Tabi gizli... Ama bana göre hiçbir zaman olmadık. Sevgili dediğin birbirine hitap şekillerini değiştirip, orada burada ilişki durumu yapıp, saatlerce telefonda konuşup, her gün görebildiğin kişi değildir. Tamam, sevgililer onları da yaparlar. Demek istediğim şeyi anlatamadım ama ben onu sevgili denilecek kadar yakın görmüyordum işte. Ha seviyor muydum? Evet. Bağlanmış mıydım? Evet. Ama o benim kim olduğumu bilmiyordu, öğrenmek için de uğraşmamıştı. Beni anlamadığı zamanlarda bana bağırıp dururdu ve ben hiçbir şey söylemezdim. Hep yalan söylerdi, hepsine inanmış gibi yapardım. Yalanlarını kanıtlayabilirdim bile ama yapmadım, sadece izledim onu. Çünkü istiyordum ve kaybetmekten korkuyordum.
     Beni en çok üzen iki yüzlü olmasıydı. Bana ne kadar iyiyse dışarıda benim hakkımda o kadar kötü konuşuyordu. Onun kullandığı kişiydim ben, öyle şeyler yapmıştı ki düşüncelerimi kullanamıyordum sanki. Öyle bir bağlamıştı ki kendine her şeye ''tamam, olur'' diyebiliyordum. Sanki büyü yapılmış gibiydi, birden kölesi olabilmiştim. 
    Bana yardım edecek birini arıyordum hep, ondan kurtarabilecek. Ama kimseyle konuşmak istemiyordum, dışarı çıkmak da... Evde oturup saatlerce kimseye anlatamadığım duygularımı yazıyordum. Kendime bile güvenim yoktu ki başkalarına nasıl olsun... 

    Ama işte bir gün her konuyu ona bağlayabildiğim o ''Özel Adam'' hayatıma girdi. Hiç beklemediğim biz zamanda, hiç beklemediğim bir şekilde... 
    İşin güzel tarafı şimdi içimde o yukarıda anlattığım kişiye karşı hiçbir şey kalmadı. Bazen üzülüyorum onun için, yine sınavları geçemezse okuldan atılacak diye ve hala onun sınavları geçebilmesini diliyorum. 
    Özel Adam'a gelirsek; onu çok özledim. Az önce en yakın arkadaşım dediğim kişiden mesaj geldi:
''O'nu gördüm; top sakal bırakmış, gözlük takmış.'' 
    Gözümün önüne getirince gülümsedim. Dün de başka bir arkadaşım onu gördüğünü söyleyen bir mesaj atmıştı. Ben O'nu o ilk ve son günümüzden beri görmedim hiç, özlüyorum, çok özlüyorum. 
    Keşke verdiği sözü tutsaydı da benimle konuşmaya devam etseydi. Ben yaşadıklarımı anlatabilecektim ona, anlattıkça da rahatlayacaktım, içimde kalmayacaktı. Ama sanırım tamamen gitti hayatımdan. Hala ''olsun'' diyorum belki böylesi daha iyi. Ne kadar her şey içimde kalacak olsa da en azından dışa vurmayacağım bir daha, tıpkı unutmuş gibi...

Sigara Öldürür!

Sigara içmek öldürür.
Uyuşturucu desem... 
Şu sağlığa zararlı, şu kanserojen madde içeriyor evladım
Aman çok içme
Yok şunu yapma, yok bunu yapma, onu yeme

http://www.haberdemeti.com/haber.php?haber_id=10261 Hatta örnek vermek gerekirse burada da yazdığı gibi:
Stres, alkol, az hareket etmek, doymuş yağ içeren gıdaları tüketmek, kirli hava/sigara, güneş ışınları/solaryum, az uyumak, şeker gıdalarını fazla tüketmek ömrü kısaltır.

    Tamam kesinlikle haklılar, zararlı şeyler ama nereye kadar abi? Yediğine, içtiğine en dikkat eden adam yarın ölebilir biliyorsunuz değil mi? Her canlı ölür ve benim düşünceme göre siz bu ölümün zamanını değiştiremezsiniz. Bir kez gelmişsiniz buraya, canınız içmek mi istiyor? İçin o zaman, deli gibi için, sürekli için. Sevdiğiniz yiyecekler zararlı diye korkmayın. Canınız o gün onu yemek istiyorsa tadını çıkara çıkara yiyin. Ama abartmadan, düzgünce... Canınızın istediğini yapın fakat işin dozunu kaçırmadan.
    Yani benim düşüncem bu. Ben bu şekilde yaşıyorum ya da bu şekilde yaşamayı öğrendim her neyse. Her an her şey olabilir ve önemli olan bunun bilincinde olmaktır.
   
     Anlatmak istediğim şeyle ilgili bir kitaptan da örnek vermek isterim. Larry King'in ''Kiminle, Ne Zaman, Nerede, Nasıl Konuşmalı'' adlı kitabı hatta sayfa 72...


... Örneğin, bir partide sohbet sağlığa geldi; herkes kara kara düşünüyordu. Biri, 100 yaşına merdiven dayamış George'a günümüzün doktorları hakkında ne düşündüğünü sordu. George ''Günde on sigara, öğle ve akşam yemeklerinde iki kadeh martini içiyorum. Kendimden genç kadınlarla geziyorum. Herkes bana doktorumun benim için ne düşündüğünü soruyor'' diye yanıt verdi. 
Ve devam etti:
''Doktorum on yıl önce öldü.'' 








     Bu zararlı olan ama çok sevdiğim yiyecekleri hayatımdan tamamen çıkarırsam hiç hoş olmaz :)
  Immm buz gibi bir kola olsa şimdiiii...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Eskiden hikaye yazmaya meraklıydım, becerebilseydim olurdu

Şimdi okudum ve gülmeye başladım yani. Geçişleri falan becerememişim böyle saçma sapan bir şey olmuş. Bence ben hayal gücümü kullanıp yazmaktansa anılardan devam edeyim. Yani gerçek anılarla bir şeyler kurguladığım zaman en azından bir parça daha düzgün oluyorlar. Sırf biri çok istedi diye paylaşıyorum sonra uyarmadı demeyin. Okumamanızı öneririm.



                  ESKİ BİR FOTOĞRAF
 


    Büyükannem… Bu hayatta en çok sevdiğim kişi o sanırım. Beni en iyi anlayan, duygularımı en rahat anlatabildiğim, üzüntümü ve sevincimi paylaşabildiğim tek insan… Hatalarımı anlatıyorum ona, hiç kızmıyor, hiç annem ve babamın yaptığı gibi cezalandırmıyor beni. Öylece dinliyor yattığı yerden. Sonra sıcacık elini sıkıyorum, rahatlatıyor beni.
    Her Cuma okuldan çıktığımda onun yanına gidiyorum. Ağaçların arasında bahçeli bir evde yaşıyor. Yanında bir de bakıcısı kalıyor.  Ona düzenli aralıklarla ilaçlarını veriyor, ihtiyaçlarını karşılıyor. Ama benim anlamadığım şey ilacı büyükanneme kolundan veriyor olması. Geçen gün okulda bana da verdiler o ilaçtan. Önce çok korktum, özellikle arkadaşlarımın ağladığını görünce daha çok korktum. Sıra bana geldiğinde elinde o ilacı tutan kadın benimle konuşmaya başladı. Kadını dinlemek yerine o ilaca odaklanmıştım. Ucu sivri ve incecikti. Daha önce görmüştüm, hatırlıyordum ama nereden hatırladığımı bilmiyordum. Sonra o yanımda bana gülümseyen kadına bunun ne işe yaradığını sordum. İnsanlar hasta olmasın diye yapılıyormuş. Hatta adına aşı deniliyormuş. Herkesin sağlıklı olmasını için yapılıyormuş. Hem hasta olmazsam rahat rahat dışarı çıkıp oyun oynayabilir, okuluma gidebilirmişim. Aslında kadının söyledikleri hoşuma gitmişti. Korkunç bir yanı yoktu aksine çok iyi şeylerdi. Artık gerçekten korkmuyordum. Üzerimdeki hırkayı çıkardım ve onun dediklerini yaparak kolumu açtım. Kadın sürekli benimle konuşuyordu. Annem ve babamı soruyordu bana. Ama ben büyükannemi anlatmaya başladım. Sonra birden aklıma geldi ve kadına hangi günde olduğumuzu sordum. ‘’cuma’’ dedi. İşte o an dünyalar benim olmuştu. Cuma demek büyükanneme gideceğim demek anlamına geliyordu. Okul çıkışı büyükannemin bakıcısı gelip beni götürecek, günler cumadan pazara geçtiğinde ise annem ve babam beni almaya gelecekti. Tam bunları düşünürken kadın ‘’bitti ‘’ dedi ve tekrar gülümsedi. Arkadaşlarımın yanına döndüm, hala ağlıyorlardı. Kollarının acıdığını söyleyip duruyorlardı. Çok ilginçti oysa ki bana hiçbir şey olmamıştı. İşte o gün büyükanneme verilen ilacın bugün bana yapılan aşı ile aynı şey olduğunu anladım.
  
    Okul çıkışı bakıcı beni karşıladı. Önce birlikte markete girdik. Bana yiyebileceğim şeyler almaya çalışıyor bir yandan da neler isteyip istemediğimi soruyordu. Ama ben hiçbir şey istemiyordum ki sadece beni büyükannemin yanına götürmesi yeterliydi. Neyse alacaklarını aldı ve marketten çıktık. Evin kapısında beni büyükannemin köpeği karşıladı. Üstüme atladı ve beni koklamaya başladı. Hiç korkmuyordum ondan. Çünkü o da benim gibi büyükannemi çok seviyordu ve onu seven hiçbir şey bana zarar vermezdi, bunu biliyordum.
    Köpekten uzaklaşıp eve girdim. Hemen üst kata, büyükannemin odasına çıktım. Koşar adımlarla yanına geçtim ve o yumuşacık yanaklarını öptüm. Sonra bakıcısı geldi ve beni bu evdeki odama götürdü. Yemeğimin hazır olduğunu, üzerimi değiştirip mutfağa inmemi söyledi. Ben de hızlıca dediklerini yaptım ve masaya oturdum. Kurt gibi acıkmıştım, bütün dünyayı yiyebilirdim. Ama çok yersem çok vakit kaybederdim. Birden cuma, pazar olabilirdi. Annemler gelip beni eve götürebilirlerdi. Ama benim büyükanneme anlatacağım onlarca şey vardı. Bu nedenle çok aç olmadığımı, yemeği az koymasını söyledim. Hızlıca bütün yemeği yiyip bakıcıya bulunduğumuz günü sordum.’’cuma’’ dedi. Sevinmiştim. Hala pazar olmamıştı. Yeniden büyükannemin odasına çıktım. Elini tuttum ve başımdan geçen olayları anlatmaya başladım. Ama bakıcı tekrar girdi odaya. Elinde bugün bana yaptıkları iğneden vardı. Neden ona bu iğneyi yaptığını sordum, cevap bile vermedi. ‘’Büyükannem hiç ama hiç hasta olmasın diye yapıyorsun bunu değil mi?’’ dedim. Sadece ‘’evet’’ dedi ve işini halledip odadan çıktı.  Ben de büyükannemle konuşmaya devam ettim.



       Hava karardı. Pijamamı giyip yatağıma yattım. Bakıcı üstümü örttü, kapıyı kapattı ve odadan çıktı. Nedense uyuyamıyordum. Korkuyor, bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum. Yanlış bir davranışta bulununca öğretmenimin bana kızmasını beklemek gibi bir şeydi bu. Düşünüyordum acaba büyükannemi mi üzmüştüm? Kafam gerçekten karışmıştı ama sonra uykumun geldiğini hissettim.

     Birden uyandım. Sanırım sabah olmuştu. Ama hava hala karanlıktı. Üstelik köpek hiç durmadan havlıyordu. Of! Sesi çok rahatsız ediyordu beni. Ama sonra annemin sesini duydum. Annem gelmişti ve sanırım pazar olmuştu. Fakat benim daha büyükanneme anlatacağım o kadar çok şey vardı ki…
      Ağlamaya başladım. Annem girdi odama, ışığı açtı ve bana doğru yürümeye başladı. Gözlerim acıyordu. Benim hala uykum vardı, çok erken gelmişlerdi. Annem yatağıma oturup bana sarıldı. Sonra babamı gördüm. Kapıda bizi izliyordu. Anneme ‘’anne pazar mı oldu?’’ diye sordum. O da ‘’hayır kızım, daha pazar olmadı sadece seni almaya geldik. Çünkü büyükannenin acil bir işi çıktı ve çok ama çok uzaklara gitti. Biz de onun eşyalarını toplayıp evimize götüreceğiz.’’ dedi.  İlk başta üzülmüştüm ama sonra düşündüm ki büyükannem gittiyse önemli bir iş için gitmiştir ve mutlaka önümüzdeki cuma benim için dönecektir. Ben bunları düşünürken annem yanıma yattı ve birlikte uyuduk ya da sadece ben uyudum, emin değilim…
       Bu sefer sabah olmuştu ve uykumu da almıştım. Ama içeriden hala sesler geliyordu. Yatağımdan kalkıp odamdan çıktım. Annem ve babam ellerinde büyük karton kutularla büyükannemin eşyalarını topluyorlardı. Beni gören annem koşarak yanıma geldi. ‘’Kahvaltı vakti!’’ dedi fakat ağlıyordu. Neden ağladığını sordum. Ben mi üzmüştüm acaba? Benim yüzümden ağlıyorsa kendimi kötü hissederdim. Ama annem hiçbir şey olmadığını söyledi. Ben kahvaltımı yaparken masada benimle oturdu. Sonra bana çatı katına çıkmayı isteyip istemediğimi sordu. Ben oraya çıkamayacağımı, büyükannemin izin vermediğini söyledim. Ama büyükannem giderken anneme o odaya girebileceğimi söylemiş. Ben de ‘’tamam’’ dedim ve annemle çatı katına doğru yürümeye başladık.
      Annem kapıyı açtı. İçerisi kapkaranlık ve ürkütücüydü. Girmek istemedim, kötü şeyler olabilirdi orada. Ama annem önce davranıp içeriye girdi. Bir ip sarkıyordu, onu kendine doğru çekti ve lamba ışık vermeye başladı. İçerisi o kadar da korkunç değildi aslında. Sadece çok tozluydu. Belli ki uzun süredir hiç kimse girmemişti. Ben içeriyi incelerken annem beni yanına çağırdı. Eşyaları dikkatli bir şekilde inceleyebileceğimi söyledi. Ama ben istemiyordum. Bunlar büyükannemin eşyalarıydı, izinsiz almamız yanlış değil miydi?
      Hala etrafa bakmaya devam ediyordum. Tam o sırada en köşede bir sandık dikkatimi çekti. Üzerinin bir kısmı örtülmüş, açıkta kalan kısmı tozlanmıştı. Anneme sandığı açmasını istediğimi söyledim. Beni kırmadı ve sandığı açmak için yanıma geldi. Sandık ne kadar zorlasak da açılmıyordu. Bir anahtar gerekliydi ama etrafta hiç anahtar yoktu. Birden aklıma çok önceden büyükannemin bana verdiği defter geldi. Kocaman bir defterdi. Bir de anahtarı vardı. O anahtar deftere yazdıklarımı gizli tutmamı sağlıyordu. Büyükannem bu anahtarı hiç ama hiç kaybetmememi ve yanımdan ayırmamamı söylemişti. Bu nedenle ben de defteri ve anahtarını hep çantamda taşımıştım. İşte bu anahtar belki sandığı açabilirdi. Sonuçta defter de sandık da büyükannemindi.
      Koşarak merdivenlerden indim. Tam son basamağa gelmiştim ki ayağımı çarptım, yere düştüm. Sonra ne oldu hiç hatırlamıyorum. Uyandığımda bembeyaz bir odadaydım. Kafamı döndürmeye çalıştım ama canım acıyordu. Yerimden bile kalkamıyordum, sanki buraya yapıştırılmıştım. Ağlamaya başlayacaktım ki annem bulunduğum odaya geldi. Gülümseyerek yattığım yere yaklaştı. Alnıma bir öpücük kondurdu ve küçük bir kaza geçirdiğimi söyledi. Birazdan babamın gelip bizi alacağını, kendi evimize döneceğimizi söyledi. Fakat benim aklım sandıktaydı. Anahtarı alıp sandığı açmam gerekiyordu. Çünkü bunu büyükannem istiyordu ve sırf bu yüzden vermişti o anahtarı bana. Ama ben burada uyurken annem ve babam büyükannemin bütün eşyalarını toplamış ve çatı katındaki birkaç eşya dışında her şeyi o evde bırakıp, evi kilitleyip çıkmışlar. Sandık ise evin içinde kilitlenen eşyalar arasında kalmış.
     Benim o sandığa ulaşmam gerekiyordu fakat bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Annemi ikna etmek zordu. Tek başıma gitmem imkânsızdı. Kapıyı açmaları için birilerini çağırsam çok küçük olduğumdan mutlaka ailemi arayacaklardı. En iyisi babamı aramaktı. O bana güvenir ve beni asla kırmazdı. Ama önce babamın gelip bizi eve götürmesini beklemeliydim. Evde ise annem görmeden onunla konuşmalıydım. Evet, sonuca biraz daha yaklaşmıştım ve bunun hem mutluluğunu hem de korkusunu yaşıyordum. Biran önce buradan gitmek istiyordum.

      Babam geldi ve beni kucağına alıp arabaya götürdü. Onunla arabada konuşmam imkânsızdı. Sonuçta annem de arabadaydı ve ben bu konuyu annemin öğrenmesini istemiyordum. Fakat konuşacak fırsatı eve geldiğimizde de yakalayamadım. Annem hiç yanımdan ayrılmıyor hep benimle ilgileniyordu. Tek şansım yatmadan önce babamın odama girip her gece yaptığı gibi iyi geceler dilemesini beklemekti. Bu nedenle uykum olmamasına rağmen erkenden odama gittim. Önce annem geldi yatağımı açtı beni öpüp odadan çıktı. Tam beklediğim sırada babam girdi. Ona bir şeyler konuşmak istediğimi söyledim ve bütün olayı anlatmaya başladım. Önce kabul etmedi ama beni kırmak istemediğinden emindim. Ben biraz daha ısrar edince ‘’yarın okul çıkışı seni almaya geldiğimde gideriz ama annene hiçbir şey söyleme’’ dedi, gülümseyerek odadan çıktı. İşte şimdi gerçekten mutlu olmuştum…

     Bütün gün büyük bir heyecanla babamı bekleyip durdum. Okul bitiminde beni almaya geldi ve büyükannemin evine doğru yola koyulduk. Babam annemden aldığı anahtarla evin kapısını açtı, ben de çantamdan büyük anahtarı çıkardım. Sonra çatı katına çıktık, sandığın yanına gittik. Babam anahtarı elimden alıp sandığı açmayı denedi. Anahtar bu sandığındı ve artık sandık açılmıştı.
      Sandığı açtığımız ilk an karşımıza kırmızı bir elbise ve onun yanında gri bir şapka çıktı. Elbise çok ama çok güzeldi. Babam elbiseyi sandıktan çıkarıp incelemeye başladı. Ben de geri kalan eşyalara bakmaya devam ettim. Bir albüm vardı. İçinde de bir sürü fotoğraf… Bunlar büyükannemin ve geçen yıl kaybettiğim dedemin düğün fotoğraflarıydı. Büyükannem o kadar güzel olmuştu ki hayran kaldım. Sonra albümü de bir kenara koyup sandığa bakmaya devam ettik. Eski bir çerçeve içinde bir fotoğraf bulduk. Babam benden önce davranıp eline aldı. Büyükannemdi fotoğraftaki. Üzerinde o kırmızı elbise vardı. Kucağında da bir bebek… Annem olmalıydı çünkü büyükannemin tek çocuğu annemdi. Fakat fotoğrafta büyükannemin yanında bir adam duruyordu. Kafasında ise sandıktaki gri şapka vardı. Adam çok ama çok yakışıklıydı. Babama onun dedem olup olmadığını sordum. Babam, o adamın dedem olmadığını, daha önce hiç görmediğini, kucağındaki bebeğin ise annem olduğunu söyledi. Şaşırmıştım. Büyükannem fotoğrafta öyle mutluydu ki onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Dedem ile düğün fotoğraflarında bile bu kadar mutlu görünmüyordu…

      Babam birden ayağa kalktı, fotoğrafı çerçeveden çıkardı ve katlayıp cebine koydu. Sandığı kilitledi, elimden tuttu ve ‘’artık gitmemiz gerek, sen arabaya bin ben hemen geliyorum.’’ dedi. Ben arabaya bindiğimde ise babam dışarıda telaşlı bir şekilde telefonla konuşuyordu. Ne dediğini duymuyordum, o yüzden tek çarem beklemekti.
      Arabaya bindi ve eve gidene kadar hiç konuşmadı. Eve geldiğimizde ise ben odama geçtim. Neler olduğunu anlayamamıştım ve çok merak ediyordum. Hiç kimse benimle paylaşmıyordu. Fakat içeriden annem ve babamın sesleri geliyordu. Babam bağıra bağıra anneme fotoğrafı anlatıyordu. Sonra annemin ağlama seslerini duydum. Annem o adamı tanıdığını söylüyor, büyükannemden nefret ettiğini haykırıyordu. Korkmaya başlamıştım. Annem onun hakkında böyle konuşmamalıydı. O iyi bir insandı ve kimseye zarar vermezdi.

     Ama annem ağlamaya ve büyükanneme kızmaya devam ediyordu. Babam annemi sakinleştirmeye çalışıyordu. Neler olduğunu, o adamı nereden tanıdığını sorup duruyordu. Yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum ama kapımı onların göremeyeceği bir şekilde açıp izlemeye başladım. Babam anneme sarılıyor, onu yatıştırmaya çalışıyordu. Ben okulda kötü şeyler olduğu zaman eve ağlayarak gelirdim. Tıpkı şu anda olduğu gibi babam bana sarılarak benimle konuşur, rahatlamamı sağlardı. Babamın bu konuda çok yetenekli olduğunu hepimiz bilirdik. O hem annemin hem de benim dünyadaki en yakışıklı kurtarıcımızdı. İşte her zamanki gibi şimdi de annemi rahatlatmayı başardı. Annem hala gözyaşlarına hâkim olamıyordu buna rağmen babama her şeyi anlatmaya başladı:

      Annem çok küçükken dedem sürekli farklı şehirlere gidermiş. Uzun bir süre de dönmezmiş. Zaten o zamanlar ulaşım da zormuş. Ayrıca şimdiki gibi insanlar telefonla birbirlerine haber veremezlermiş. Dedem yokken büyükannem ve anneme yardım eden bir adam varmış. Arada sırada eve gelip eksiklikleri giderirmiş. Büyükanneme bir miktar da para bırakırmış. Ama büyükannem onun yüzüne bile bakmaya cesaret edemez, o gittikten sonra hep ağlarmış. Zamanla o adam annemi kendi çalıştığı bir okula almış. Tek amacı anneme en güzel eğitimi vermek, onu en güzel yerlere getirmekmiş. Annem liseye geçene kadar hep destek çıkmış ona. Fakat annemin iyi bir liseye girip eğitimine devam ettiğini gördüğünde birden bire kaybolmuş. Ne büyükannem ne de annem bir daha o adamı görememiş.

     Annem bunları anlatırken kendini tutamıyor, ağlıyordu. Dedemin değil de bu adamın gerçek babası olduğunu, bunu kendisine anlatmadığı için büyükannemi hiçbir zaman affetmeyeceğini söylüyordu. Annem o adamı bulmak istiyordu ama o adamın öldüğünü düşünüyorlardı. Anladığım kadarıyla yarın ben okuldayken babamla o adamın hayatta olup olmadığını araştıracaklardı. Eğer bulduklarında annem mutlu olacaksa hiçbir sorun kalmazdı.
     Daha fazla onları dinlemedim ve yanıma gelmelerini beklemeden yatağıma yatıp uykuya daldım.


     Sabah babam beni okula bıraktı. Ben okuldayken neler oldu, adamı bulabildiler mi hiç bilmiyorum. Çünkü evde bu konu bir daha hiç açılmamak üzere kapanmıştı. Hatta zaman geçtikçe annemin üzüntüsü de yok oldu. Herkes eski haline döndü. Ama günler defalarca cuma oldu ve hiçbir cuma bakıcı gelip beni okuldan almadı. Anlamıştım, büyükannem artık yoktu. O çok uzaklara, dedemin yanına gitmişti. Dünyanın en güzel yerindeydi ve oradan beni izliyordu. Her cuma gecesi yatmadan önce büyükannemle konuşmaya devam ettim. Biliyordum o hep beni dinleyecekti. Ne ben anlatmaktan yorulacaktım ne de o dinlemekten… O her zaman benim yanımdaydı ve o her zaman benim kahramanım olarak kalacaktı.
                                                                                
                                                                                   Seni seviyorum büyükanne, iyi uykular…

Biraz daha saçmalamak gerekirse:

  •    Bir konu hakkında ne kadar bilgi sahibi olsam da sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandığım çok olur. Özellikle o konu karşı taraf ile tartışılabilecek nitelikte bir şeyse bildiğimi asla belli etmem. Nerede konuşulacak şey siyasi konular olur, bir inanç çeşidi olur, bir terim hakkında düşünceler olur, bir film, bir kitap olur ben susarım. Karşı taraf ''şu ne demek biliyorsun değil mi?'' diye sorar ben ''hayır, hiç duymadım'' derim. İkimizin de okuduğu ya da izlediği bir film olur, bilmediğimi söylerim. Eğer biliyorsam o konu hakkında yorum yapabilmem gerekir ve karşı taraf da o konu hakkında yeterince bilgiye sahipse bir tartışma çıkar ortaya. Aslında bu çok güzel bir şeydir, yeni yeni şeyler öğrenir belki o konuda hiç dikkat etmediğin bir şeyi fark edersin. Ama ben başkalarıyla bunu yapamıyorum, diyorum ya konuşma özürlüyüm. Yok yani yıllarca üzerinde durduğum bir konu olur ama karşımda biri bana bunu sorduğunda ağzımı açıp da bir yorum yapamam. O yüzden ''bilmiyorum, anlatsana'' derim ve karşı tarafın o konuyu anlatmasını sağlarım. Çünkü defalarca söylediğim gibi en sevdiğim şey dinlemek, en zorlandığım şey konuşmaktır. Karşı taraf anlatsın dursun, hiç sıkılmadan dinlerim, anlattığı şeyleri ne kadar biliyor olsam da... İşte bu sürekli yaşadığım sorunlardan ve hiç sevmediğim özelliklerimden biridir.
  •    İnsanlardan bana hatıra bir şeylerin kalması beni hep mutlu etmiştir. Onları ismen hatırlamayı sevmem. Tamam, anılarınız en güzel hatıralarınız olabilir ama insanlık hali bu istemeden unutabilirsiniz. Belki ileride, çok ileride yani yaşlandığınız zamanlarda hafızanız eskisi kadar kuvvetli olmayacaktır. Belki kötü bir şey yaşayacak ve hafızanızı yitireceksiniz, bunlar olabilecek şeyler. Ben insanlarla ilgili güzel zamanlarımızı unutmamak için yazıyorum ve bu da bir çözüm yolu olabilir ama elinizde onlara ait somut bir şeyin kalması farklı bir duygudur. Bu bir küpe, bir çakmak, bir kibrit kutusu, bir kıyafet, en çok sevdiği sanatçının bir müzik CD'si ya da daha öncesinden okuduğu bir kitap olabilir. Böyle şeyleri onlardan isteyin, verirler. Yani beni bu konuda hiç kıran olmadı.  Hatta ondan böyle bir eşya isteyemiyorsanız sakladığınız şey size aldığı bir çikolatanın kabı bile olabilir. Bu saydığım bütün şeylerin hepsi odamın bir köşesinde duruyor. Belki onlar sakladığımın farkında bile değildir ama saklıyorum işte ve hep saklamaya devam edeceğimden eminim, yapacak bir şey yok. Bu da bir hobi anlayışı olabilir mesela. Ama somut olarak hiçbir şey alamadığım bir insan var. Yine o özel insan işte. Evet, farkındayım her konuyu ona bağlıyorum ama hep aklımda olunca işte böyle oluyor, çaktırmayın. Neyse işte hiç gelmedi ondan küçücük bir şey almak aklıma. Belki daha uzun süre görüşebileceğimizi düşündüğüm için aceleye getirmemiş de olabilirim. Ama ondan bir şey kalmaması beni üzüyor. Umarım bir gün tekrar görüşürüz de bu sefer alabilirim.

  •  Kıskancım
  •  İnatçıyım
  •  3 şeye aşığım; yemek, yemek ve yemek
  •  Tam bir boğa burcuyum
  •  Dans etmeye bayılıyorum
  •  Karanlığa ve kapalı alana karşı fobim var
  •  İstanbul en sevdiğim şehir
  •  Tek başıma yaptığım uzun yolculukları seviyorum. Genelde otobüsleri tercih ediyorum ki saatlerce insanları izleyebileyim.
  • Yazmayı sevdiğim kadar okumayı da seviyorum ama okuduklarım genelde psikolojik oluyor, filmler de öyle...
  • Her söylenen yalana inanmış gibi yapıyorum ki sanırım bu o insanı kaybetme korkusundan.
  • Kolay kolay kimseye hayır diyemiyorum
  • Fotoğraf çekmeyi çok seviyorum ama çekinmekten nefret ediyorum. 
  • İçe kapanık olduğumu söyleyenler de var.
  • Tamam yeter, işte ben buyum.

           Ve öptüüüüm!